Klavyenin başına geçince, yazacak o kadar şey
var ki… İstiyorum, güzel şeyler yazayım. Ama “İleride güzel günler göreceğiz”
diyen kamyoncu yazısına cevap verir gibi, “Daha çok gidecek miyiz?”
Güzel günlere bir an önce ulaşmak dileğiyle…
OTOPARK SORUNUNU KİM
ÇÖZECEK?
Karasu sokakları otopark gibi zaten... Sağlı
sollu park ediliyor. Karşıdan gelen araçlara yer vermek için çekilecek boşluk
dahi yok! Geniş caddelerde ise park sırası üçe çıkıyor. Şoför, kenarda park
etmiş aracın yanına yanaşıyor, o da park ediyor. Bu sefer de trafik keşmekeşliği yaşanıyor.
Sokaklarımız da maalesef park ihtiyacını
karşılamıyor! Bu sebeple arabamı evde
bırakıp yürüyerek geliyorum çarşı merkeze. En azından sinirlerim gerilmiyor.
Peki bizim bu gördüğümüzü, sorunu çözmesi
gerekenler görmüyor mu? Yoksa kendilerini bu işi çözmekle mükellef olduklarının
farkında mı değiller?
Ya da sorunu nasıl çözmeleri gerektiğini mi
bilmiyorlar?
Yoksa bu iş için harcanması gereken parayı
boşuna masraf olarak mı düşünüyorlar.
Kim bilir, belki de tekrar aday
gösterilmeyeceklerini düşünüp boşuna sıkıntıya girmez diyorlardır! (Bu
soruların cevabını verecek bir yetkili bile bulsam razıyım. Söyleyecekleri her
şeyi, kelimesine dokunmadan köşeme taşıyacağım)
Şimdi kışın ortasındayız ve trafik park
sorunu yüzünden tıkanık. Yer belirtmeme gerek yok, Belediyenin penceresinden
bakılsa görünür. Merkezde her cadde ve her sokakta aynı problem…
Öncelikle katlı otopark yapılarak sorun
çözülür, Terminal ve Pazaryeri önü. Yap-işlet-devret metodu ile çözülür, eğer
paraları yoksa. Ancak bunun için yollarda park edilmesinin yasaklanması ve
şehir içine araçla girilmesinin engellenmesi lazım.
Büyük marketlerden, az yer kaplayıp çok
aracın park etmesine imkan veren hidrolik sistemin kurulması istenebilir.
Karasu’nun kaymağını yiyip sıkıntıyı halka yüklemek olmaz, sorunların
çözülmesine de el atacaksınız!
Şimdi başlıktaki soruyu tekrar soralım!
Muhtar mı, okul müdürleri mi, Yoksa liman işletmesi mi?
DENİZİ KURUTTUK
Hiç kimseyi suçlamaya gerek yok, denizimizi
kuruttuk. Balık nesli hızla azalıyor.
Hesapta, yakalanması yasak olan balık boyları,
Hamsi 9, Barbunya 13, Lüfer 20, Kalkan 40,İstavrit 13, Palamut 25, Sardalya 11,
Mezgit 13 santimden küçüğünün yakalanması ve satılması yasak. Aslında balık
çeşitleri çok daha fazla da denizlerimizde kala kala bunlar kaldı. 20-25 santim
Kalkan balığını tezgahta görünce içim gidiyor, “Zıkkımın pekini yiyin” diyorum
içimden. Ulan o balık bir kişinin bile karnını doyurmaz!
Mersin balığı tutmak ise yasak... Peki, tutup
da hiç serbest bırakana denk geldiniz mi?
Yakalanması yasak olan tatlı su balıkları da,
Yayın 90, Turna (Oklama, Gıcırga) 40, Sazan 40 cm den aşağısı yasak. Listede
Tatlısu Levreği, Alabalık, Karabalık, Yılan Balığı, Siraz, Kadife, Sudak,
Tatlısu Kefali gibi isimler de var ama onların neslini çoktan kuruttuk.
Balıkçı teknesi, tutulması yasak olan
balıkları da tutuyor tabii… Ama kıyıya yanaşmadan bunları ayıklıyordu. Şimdi
artık kimse tınmıyor. Tezgahlarda rahatça satılıyor! (Ben 8-10 yıl önce
tezgahta boyu tutmayan Kalkan sattığı için 1500 lira para cezasına çarptırılan
balıkçı görmüştüm. Şimdi yok mu o cezaları kesen?
Balıkçı tezgahının önüne gittiğimde, gözüm
ithal Uskumruya takılıyor. Üç bir tarafı deniz olan ülkemin balığını bırakıp
ithal edilen Uskumruyu alıp yemeye yüreğim elvermiyor. Yahu tanesi 2,5-3 lira.
Bizim en ucuz balığımızın kilosu 15 lira, o da her zaman değil. Hele Karadeniz
Hamsisi kilosu 20 lira diye satış reklamı veren balıkçıya sordum, neden o kadar
pahalı? İthal balık abi demez mi, Rusya’dan geliyormuş. Hatta, bu sebeple adını
Nataşa koymuşlar. Almanya’da yaşayan bir Hemşerimiz de cevap verdi, “Siz orada
Karadeniz’in dibinde, Ben 1500 km uzakta, hep beraber aynı fiyata yiyoruz,
diye.
Peki, neden bizde balık az da Rusya ve Diğer
ülkelerde bedava denecek kadar ucuz? Ya da oralarda balık neden çok da bizde
az. Balık bizi ya da sularımızı sevmiyor mu? Balık neslinin hızla azalmasının
yanında balıklar neden azalıyor.
Biz, ne balığı, ne de diğer hayvanları
sevmiyoruz çünkü! Bulduğumuz zaman hemen öldürüp kökünü kurutmamız gerektiğini
düşünüyoruz.
Uskumru satan Norveç, kendi balıkçılarına su
radarı satmıyor. Ama aynı ülke, bizde serbest olan ve balığın kaçabileceği yer
bırakmayan su altı radarını serbestçe satıyor. İşte bu sebeple biz de, 20
liraya hamsi ya da 3 liraya uskumru yemek arasında tercih yapıyoruz!
HIRSIZIN
VİCDANSIZI
Kardeşim Ayhan, amatörce balıkçılık yapıyor,
yakaladığı iyi balığı satıyor, kefal tirsi gibi tercih edilmeyenleri de
buzluğuna doldurup kendi yiyordu. Emeklilik maaşında başka bir geliri de
olmadığından, harçlığını balıkçılıkla kazanıyordu.
İşte imansız, gaddar, vicdansız herifler, bu
Kardeşimin 3 adet ağını daha çaldı. Daha önce de defalarca ağlarını ve ayrı
ayrı zamanlarda 3 adet kayığını çaldılar. Etraftaki başka hiçbir balıkçıya
dokunmayıp Kardeşime dadanan bu hırsızları lanetliyorum ve sesleniyorum,
“Ananızın avradınızın mahrem yerlerinde yaralar çıksın inşallah!”